İnsanın babası ölür mü ?

Yayınlama: 28.03.2024
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

Altı yaşındaydı. Küçücük bir çocuktu daha. Üzerinde eski püskü yamalı bir kıyafet, bir dilim kuru ekmekle, kerpiç evinin önünde dolanıyordu. Kim bilir neler düşlüyordu, ne hayaller kuruyordu? Hangi mükemmel dünyanın içinde, hangi meleklerle oynuyordu? Bir çığlık duydu. Koştu evin tek odasına. Annesinin üzerinde bir örtü vardı. Anlam veremedi, anlamadı, anlayamadı. Henüz altı yaşında bir çocukken, annesini saçma sapan bir hastalıktan yitirdi. Ömrü boyunca anne kokusuna hasret kalacaktı. Belki de bu yüzden, hep gitmek istedi. Yoksulluğun bir yaşam tarzı olan bu yerden, hep gitmek istedi. Açılmak ve kaybolmak istedi. On üçüne geldiğinde kaçıp gitti İstanbul’a. Ne bir tanıdığı, ne de güvendiği birileri vardı. Tek başınaydı ve bu hiç değişmeyecekti. Öyle ya da böyle çalıştı, derme çatma bir sürü işte. Sonunda bir kunduracının yanına çırak olarak girdi. 55 yıl bu meslekle, çoluğuna çocuğuna ekmek götürdü. Kim bilir ne hayalleri, ne düşleri vardı? Kimse sormadı, o da anlatmadı. İçine atmakta, düşlerini içinde kaybetmek de ustaydı. Yıllar sonra köyünü ziyarete gitti. “Onu” gördü. Çok istedi, çok sevdi. Ailesi izin vermedi kızın. Gizlice bir plan yapıldı ve bir gece ansızın birlikte kaçtılar. Koca bir gün yürüdüler şehre inebilmek için. Sonra da onu da alıp İstanbul’a gitti. Evlendiler, üç çocukları oldu. Alnının teriyle, kimsenin ahını, günahını almadan, babadan, atadan bir şeyler kalmadan, zengin olunmayacağının kanıtıydı hayatı. Çalıştı, hep çalıştı. Bir yorgan, iki divan, üç beş kap çanakla, tek odalı rutubetli bir evde uzun yıllar yaşam sürdü. Sigarasını yakıp, kalabalık sokaklarda dolanırken, içinden “ben bu dünyaya imrenmek için mi geldim?” deyip duruyordu. Kendisinin dışında hiçbir şeyi yoktu. Kendisi var mıydı? O da belli değildi. Çocukları, karısı için bütün ömrünü harcadı. Hiç pişmanlık duymadı. Yine de, kim bilir ne hayalleri vardı? Biz sormadık o da anlatmadı. Hiç tatile gitmedi mesela. Karısı ile baş başa hiç yermek yemedi. Kendine hiç yeni bir kıyafet almadı. Ya çocuklarının eskilerini giyiyordu ya da çocukları ona alıyordu. Yemek seçmedi, ne sunulduysa yedi. Yaşamı da böyleydi. Risk almaktan hep korktu. Ailesine, kardeşlerine, dostlarına hep yardım etti ama karşılık bulamadı. Koca bir hayal kırıklığıyla göçüp gitti bu dünya seferinden. Sonunda emekli oldu. Zira artık çalışamıyordu. Her sabah yürüyüşe çıkar, bir parkta oturur, çayını içerdi, insanları izlerdi. Dalıp giderdi bakarken… Emekli maaşını alınca, soğuk bir içecek, yanına da 250 gram fındık alır, eve koşardı. Dünyanın en bereketli, en güzel çereziydi sanki. Herkese, bir bilim adamı titizliğiyle bölüştürür, dağıtırdı. Hayatımın en mutlu günleriydi o günler. Bu kısa boylu, adaletli, çabuk sinirlenen, çok seven adam, benim babamdı. Kim bilir ne hayalleri vardı. Biz sormadık o da anlatmadı.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.