Yusuf ve Kuyuları (Son Bölüm)
Yusuf ve Kuyuları
Yusuf’un hatırlamadığı şey, tam manasıyla vahşetti. Yusuf cinnet getirmiş ve babası olduğunu düşündüğü adamım parçalara ayırmıştı. Sonra siyah, battal boy poşete doldurup yakmıştı. Ve işin en acıklı tarafı ise; öldürdüğü adam, babası değildi.
Beşinci bölümün sonu
Metin; Yusuf’u işe alırken onu öneren kişiye, haliyle bazı sorular sormuş. “Kimdi, neyin nesidir diye…” Çocuk da anlatmış ona bütün gerçeği. Babasının aradığını, onu bulmak için İstanbul’a geldiğini vs… Bunu öğrenen Metin, o gece alkolün de etkisiyle, Yusuf’a şaka yapmak istemiş. Şakanın bedelini, ne yazık ki canıyla ödedi. Tuvalete gitmek için bile izin isteyen birisinden, böylesi vahşice bir şey beklemiyordu elbette. Zaten buna güvenerek, bu iğrençliğini yapmıştı. Güç kimdiyse haklı da odur, kazanan da… İşte bu savdan yararlanmıştı. Unuttuğu ya da es geçtiği çok önemli bir husus vardı. Batırılmış bir öfkeden daha tehlikeli bir duygu yoktur.
Sabah olmak üzereydi. İkimizin de gözleri, gündüz ışığını almış ruhlar gibi dipdiriydi. Ve Yusuf, son kez anlatmaya devam etti hikâyesini.
Bir insanı öldürmek garipmiş İmam. Çok garip hem de. O cansız yerde boylu boyunca yatarken, bir sigara yaktığımı, onun koltuğuna oturup, etrafa boş gözlerle baktığımı anımsıyorum. Ve inan bana imam, rahatlamıştım. Üzerimdeki yük hafiflemişti. Yakalanıp içeriye girinceye kadar, onu babam sanmaya devam ettim. Biliyor musun öğrendiğimde de, en ufak vicdan azabı duymadım. O an ki gibi, doğru yaptığıma inanmaya devam ettim. Tıpkı kitapta anlatıldığı gibi, bu dünyada yeri olmayan, varlığıyla yokluğunun hiçbir anlamı olmayan birisini, yok etmek iyi gelmişti bana. Hala da öyle düşünüyorum. Ben yaşamayı beceremedim İmam. Elime yüzüme bulaştırdım her şeyi. Sonra gerçeği anladım. Çok geç olmasına rağmen… Bu kader değil, seçimdi. Seçtiklerimin bedeliydi ödediğim. Öyleyse isyan etmenin, ağlamanın, bağırmanın, çığlık atmanın, bir anlamı yoktu. Sonra aklıma, bir fikir saplanıp kaldı. Bir kere ölecektim. Kaç kişiyi yok edersem edeyim, sadece bir kere ölecektim. Bu korkak dünyaya, benden hediye bırakmak istedim. Salt kötü olan, virüs gibi etrafta dolananları, yok etmeye karar verdim. Zamanımın daraldığını biliyordum. Önünde sonunda yakalanacaktım. O yüzden hızlı olmalıydım. Çok hızlı çok…
Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakıyor, etrafta kötü olduğuna inandığım kişileri tespit etmeye çalışıyordum. Kötüleri, kötülüğü bitiremeyeceğimi biliyordum. En azından birazcık bile olsa azaltmak niyetindeydim. Şimdi düşününce ne kadar saçma olduğunu biliyorum. Kötülük biter mi İmam? Kötülük biterse dünyanın sonu gelmiş demektir. Zira denge bozulur. Denge her şeydir. Uzatmayalım. Ardı ardına cinayetler işledim. Sonunda da kıskıvrak yakalandım. Avukat istemedim. Kendimi hiç savunmadım. Ben hep, Tanrı ile kavga ettim İmam. Her olumsuzlukta, onu suçladım. Yaşadıklarımın suçlusu olarak, hep onu gördüm. Ne ahmakmışım… Ben istemiştim oysa. Mücadele yerine öfkeyi seçmiştim. Bu neresi kader?
Ranzanın altından eskimiş sarı bir kâğıt çıkardı Yusuf. Bana uzattı. “Bunu iki üç gün önce çizdim. Can sıkıntısından yaptım. Beğenirsen al, olmaz ya duvarına asarsın belki. Bu saatten sonra Tanrı’ya inanmanın bir anlamı yok biliyorum. Affedilmeyi de beklemiyorum. Ancak kabul ediyorum. Tanrı var ve ben çok büyük hatalar yaptım. Benim için dua et imam…”
O resim, duvarımda asılıdır hala. Portakal bahçesinde, annesiyle babasının mutlu gözlerle çalıştığını resmetmiş. Her baktığımda, onu da görüyorum resmin içinde. Uzakta gülen gözlerle, annesini babasını izliyor Yusuf. Henüz 23 yaşında idama mahkûm edildi Yusuf. Ömrünün baharında göçüp gitti. Seçimleri yüzünden belki ressam olacakken, seri katil olmuştu. Öyle anıldı hep. Niye bilmiyorum ama Rabbimin onu affedeceğini düşünüyorum.
Emekli oldum sonunda. Yaşım yetmiş oldu. Antalya’nın Finike ilçesinde, bir göz ev aldım kendime. Orada yaşıyorum şimdi. Evin küçük bahçesine, portakal ağaçları diktim. Her portakal kokusunda Yusuf’u anımsıyorum. Annesine kavuştuğunu düşünerek mutlu oluyorum.
NOT: Yusuf’un babası İstanbul’a geldikten üç yıl sonra kalp krize geçirip ölmüş. Bütün parasını Almanya’da yiyip, mecburiyetten İstanbul’a dönmüş. Birkaç iş kurmayı denemiş lakin becerememiş. Kimsesiz, aç sefil bir halde hayata gözlerini yummuş. İdamın olacağı gün, polislerden duymuştum. Yusuf’a söylemedim bunları. Varsın bilmesin… Belki de; bir kez daha kaybetmesini istemedim, kim bilir.