Üfürizma (İkinci Bölüm)

Yayınlama: 12.02.2025
Düzenleme: 12.02.2025 04:21
A+
A-
Konya Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu,Yazar- Dramaturg

O gece hiç uyumadı. Bütün gece düşünüp durdu. Ne eksikti? Nerede hata yapmıştı? Nasıl başaracaktı? Ya da başarabilecek miydi? Bu kadar yalanın içinde doğruyu nasıl bulacaktı?

İki kitabı vardı. Toplam 3 milyon satmıştı. Ancak kimse tarafından okunmuyordu. Kimsenin, adını bile bilmediğinden gayet emindi. Yaşamı boyunca birilerinin gölgesi altında yaşadığından, onu yine bir gölge yüceltmiş ve kurtarmıştı. Sonunda anladı ki hiç kıpırdamamıştı. Olduğu yerde çürüyordu öylece. Koca bir yalanın içinde eskiyordu. Zamanı gelmiş midir bilinmez, bir şeyler yapmak zorundaydı. Nerede hata yaptığını bulmak için kitaplarını yeniden okumaya karar verdi. Okuyacak, derleyecek ve yeni bir yol haritası çıkaracaktı. Sadece üç sayfa okumaya gücü yetti. Sinirden deliye dönmüştü. Yazdıkları anlamsızlıktan öteye geçmiyordu. Tutarlı bir cümle dahi yoktu. Kitabı yırtıp attı. Anlattıkları gerçeğin kıyısından bile ,geçmiyordu.

Hatırlı dostlarını araya koyarak, memleketin en önemli yazarlarından eğitimler aldı. Bir yıl boyunca durmadan, duraksamadan okudu, yazdı. Ne zaman hocalarına “yazdıkları mı beğendiniz mi?” diye sorsa, hep aynı yanıtı alıyordu. “Eline sağlık harika olmuş. Doğru yoldasın, yılmadan devam et.” Bu cümleleri o kadar çok duymuştu ki, sanırım artık inanıyordu. Değişmiş ve gelişmişti. Hocalarının anlattıkları, öğrendikleri doğrultusunda yeniden oturdu koltuğuna, yeniden açtı bilgisayarını. Yeniden doldurdu kahvesini, yeniden yaktı özel purosunu. Temayı belirledi. Çatışmayı kurguladı. Asal kişileri seçti. Karakter öykülerini yazdı. İlginçlik, inandırıcılık kattı işin içine. Başladı yeniden yazmaya. Günlerce, aylarca uğraştı. Sonunda bir sabah kitabı bitmişti. Defalarca yeniden okudu. Yazdıklarını anlamlı buluyordu. Aslına bakarsanız yazdıklarına âşıktı artık…

Yayınevini aradı, kitabın basılmasını rica etti. Bir hafta içinde kitabı basıldı ve tüm yayın organlarına gönderildi. Yeniden heyecanlı bir bekleyişin içine girdi. Günler günleri kovaladı. Sonuç yine değişmedi. İki hafta içinde sadece 13 adet satılmıştı. İntiharın eşiğine gelmişti bizimki. Kendini bilinçsizce alkole vurdu. Doğru düzgün uyumuyor, sürekli düşünüp duruyordu. Yemeden içmeden kesilmişti. Bir sabah erkenden dışarı attı kendini. Yürüdü boş sokaklarda. İnsanlara baktı, onları gözlemledi. Ne kadar yürüdüğünü anımsamıyordu. Ama ayakları onu nereye götüreceğini biliyor gibiydi. Bir müddet sonra kendini, savunmasız bir halde sahaflar çarşısında buldu. Eski bir sahafa bıraktı, yorgun bedenini. Altmış yaşlarında, güleç bir adamcağız vardı dükkânın başında. Onun yanına gitti. Kitaplara bakmak istediğini söyledi. Ölü gözlerle, etraftaki kitaplara bakıyordu. Gözyaşlarının beklemeye tahammülü kalmamıştı. Bıraktılar damlalarını yeryüzüne. Son birkaç yılın kiri, acısı, tükenmişliği, hepsi akıyordu, yağmur gibi gözlerinden. Yaşlı adam yanına yaklaştı usulca. Bir mendil uzattı. Ellerini omzuna koyup masasına davet etti. Bir ıhlamur söyledi ona. Sakinleştiğini görünce, “ne derdin var evlat? Anlatmadıkça derdine derman yoktur.” Anlat, anlat ki çözülmese bile dillensin, konuşsun dertlerin.” Bu sıcak, babacan tavırla, bunca yıllık zehri akıttı. Başından ne geçtiyse tastamam anlattı. Yaşlı adam gözlüğünün üzerinden ona bakarak sakince; “kitabın yanında mı evlat?” diye sordu. Aradan yıllar geçti. Hala o gün, neden kitabını yanına aldığını, neden yanında olduğunu hatırlamıyordu. Kitabı yaşlı sahafa bıraktı ve oradan ayrıldı. Kendi kendine söz verdi. “Herkes yalan söylüyor. Tek gerçek bu adam. Eğer yazma derse, söz veriyorum bir daha yazmayacağım.”

Üç gün sonra aynı sahafa yeniden gitti. Yaşlı adam, güler yüzle onu karşıladı. Bir ıhlamur çayı ikram etti. Sonunda ömrü boyunca unutmayacağı şu sözleri söyledi ona.

“Evlat yazmak bir yetenek işidir, doğuştan gelir. Yani ya vardır ya da yoktur. Sonradan ortaya çıkmaz, var olmaz. Önce bunu anlaman ve idrak etmen gerekli. Bilgi birikim gereklidir yazmak için, ancak yetenek olmadan bilgi geçersizdir. Bir anlamı, manası yoktur. Edindiğimiz tüm bilgiler, yeteneğini geliştirmek için bir yoldur sadece. Bu yolda bize fikirler verir, olanaklar sunar. Kitabını bıkmadan, usanmadan, büyük bir sabırla başından sonuna kadar okudum. Değindiğin konularda haksız değilsin. İçinde gerçekten okunmaya değer cümleler de var. Ancak bu yeterli değil. Bir eser kendi içinde bir bütün olmak zorundadır. Parça parça olan bir eser değil, duvar yazılarıdır yalnızca. Araştırdım seni. Varlıklı, köklü bir aileden geliyorsun. Gücünle her şeyi başarabilirsin. Ama üzülerek söylüyorum ki, bunların hepsi yalan olacak. Yalandan tebrik edecekler seni. Yalandan övecekler. Bunlara razıysan yazmaya devam et. Kimse yüzüne karşı kötü yazmışsın diyemez. Lakin ben altmış küsur yaşındayım ve kaybedecek hiçbir şeyim yok evlat. Senin yazmaya dair yeteneğin yok. Olmakta zorunda değil. Herkes doktor olamayacağına göre, yazar da olmak zorunda değil. Kitaplara aşığım ben. Ömrüm boyunca binlerce kitap okudum. Sonunda da bu sahafı açtım. Benim hiç kitabım yok evlat. Hiç kitap yazmadım ben. Denedim. Defalarca uğraştım. Sonunda anladım. Ben iyi bir okuyucuyum sadece. Ötesi yok. Seçim senin evlat. Bu senin öykün, benim değil.”

Anlamış ve daha da yaşlanmış olarak çıktı sahaftan. Oradan çıktığında, yaşlı adamla aynı yaştaydı sanki. Etrafa baka baka, puslu havayı içine çekerek yürüdü sokaklarda. Adamın dediklerini düşündü durdu. Evine geldi. Soyundu dökündü, bir duş aldı, kendine geldi. Bir defter aldı yanına ve bıraktı kendini yeniden sokaklara. Aklına gelen her şiirsel sözü defterine yazdı. Sonra bunların ne anlama geldiğini araştırdı. Bunun adı “Aforizma” idi. Hoşuna gitmişti bilmiş bilmiş konuşmak, beylik laflar etmek. Kendini diğerlerinden üstün görmek. Şehrin bütün sokaklarını, caddelerini dolaşıyor, gördüğü her şeyi defterine not alıyordu. Biriktikçe birikiyordu yazdıkları. Bir gün hiç umudu olmadan, yazdıklarını tanımadığı bir yayınevine gönderdi. Nasıl olsa beğenmeyecekler deyip, yaşamına devam etti. Birkaç gün sonra bir telefon aldı yayınevinden. Yazdıklarını çok beğendiklerini, basıma vermek istediklerini söylediler ona. İçinde bitip tükenmeyen bir şüpheyle “evet” dedi yayınevine. Kitap basıldı, dağıtıma çıktı. Bir hafta içinde bir mucize gerçekleşti. İmkânsız olan gerçek olmuştu. Kitap bir anda en çok satanlar, okunanlar arasına girdi. Bir ay içinde de beş yüz bin barajını aştı. Memlekette herkes bu kitabı konuşuyordu. Televizyonlardan röportaj teklifleri geliyordu sürekli. O anlatıyordu, herkes ona hayran kalıyordu. Sonunda yalansız bir şekilde, memleketin en önemli yazarlarından birisi olup çıkmıştı. Yazdığı kitabın ilk üfürizması, pardon aforizması ise şuydu.

“Dünyanın sonunu kolaycılık getirecek.”

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.