Tıklım Tıklım Yalnızlık
Hayat öyle ya da böyle yalnız olmaya mecbur bıraktı beni. Ben kaçtıkça o kovaladı. Sonunda yakaladı. Hapsoldum yalnızlığın kuytularında. Niye oldu? Neden oldu bilmiyorum. Artık o kadar yoruldum ki, nedenini sorgulamıyorum. Vazgeçtim sorular sormaktan, bir yanıt aramaktan. Ne olacaksa olsun. Varsın kirlensin kalbim. Varsın bir ömür bakacak bir yüz arayıp durayım. Varsın geçmişin derinlerinde çaresizce kurtulmayı bekleyeyim. Bir anlamı, bir manası yok artık. İstediği kadar canımı yaksın hayat sonunda bitecek. Birkaç kuşak sonra hiç yaşamamış gibi olacağım. Önce yoktum sonra var. Yani yine yok olacağım.
Oysa başka şeyler hayal ederdim eskiden. Eski bile eskimeden önce… Sevmek ve sevilmek! Bundan daha değerli bir kavram yoktu benim için. Yaşamak; sıcak bir yuvadan başka bir şey değildi. Bir çocuk gülüşünden daha önemli bir şey yoktu benim için. Sonra ilk kazığını attı yaşam bana. “Çok sevmek, sevilmek için yeterli değil” dedi. “Bir şeyi çok sevmek, onu hak ettiğin anlamına gelmez” dedi. Öğreneceksin yakında… Öğrendim, kalbimi paramparça ederek. Öğrendim, yağmuru içimde biriktirerek. Sonra sevilmemekle sınadı beni. Hiç sevilmemenin tüm bedellerini ödetti. Özgüvensiz, daima yorgun, daima kırgın bir halde ömrümü törpüledim. Sürekli imkânsız bir umudun peşinde koşarak, yıprattım ruhumu… Yaşlandım henüz daha gençken…
Sonra oluyormuş gibi olanlar yaktı canımı. Küle döndü düşlerim, gölgelerim, aynalarım, yarınlarım, sonlarım… En çok bu yaktı canımı. En çok bu götürdü benden beni. Geriye bir avuç kül kaldı benden. Savruldu gitti. Sonunda şimdiki ben ortaya çıkmış oldu. Kalpsiz, soğuk, kırgın ve yalnız. Tıklım tıklım bir yalnızlıktı bu. O kadar dolduydu ki ruhum yalnızlıkla, hiç kimse için en ufak bir yer yoktu. Bazı isimlerin gölgesi eşliğinde, şarkılar söylüyorum şimdi, giderayak…