Tek güç var, o da PARA !
İnsanlar artık iyiliklerini bile, karşısındakinin gücüne göre belirler hali gelmiş. Ve bu benim midemi bulandırıyor.
Yıllar önce bölgesel bir televizyonda kameraman olarak çalışmıştım. Henüz yirmili yaşlarda, birçok mesele hakkında bilgi sahibi olmayan, hayatı bize sunulmuş, bir güzellikler demeti olarak görüyordum. Böyle olmadığını kısa bir süre sonra anlayacaktım. Televizyonun sahibi Hilmi beydi. Kendisi çok zengin bir iş insanıydı. Siyasi ilişkilerini, kopmaz bir bağ ile aynı şekilde tutabilmek ve daha fazla ihale alabilmek için televizyonu satın almıştı. Göbekli, yüzünde meymenet olmayan, uzun boylu, kendini beğenmiş, kibirli, herkese yukarıdan bakan, iğrenç bir adamdı. ( Buradaki adam kelimesi sadece sözün gelişi ) Tüm bunlara rağmen, her bahçeye çıkıp sigara içtiğinde, etrafına televizyonun bütün kadınları, erkekleri toplanır ve onun saçma sapan aforizmalarını, büyük bir keyifle dinlerlerdi. Ne derse doğruydu, haklıydı, mantıklıydı. Bir espri yapsın, istisnasız herkes derinden gülerdi. Yanlışlıkla ayağı kaysa, herkes başına üşüşür ve yardım etmek için sıraya girerdi. O insanların, bu iğrenç menfaat kokulu davranışlarını, bakışlarını, ömrüm boyunca unutmayacağım.
İşte o gün anlamıştım. İnsanlar güce tapıyordu. Güçlü insan, kim olursa olsun her şeyin en iyisini hak ediyordu. Çirkin insan yoktu, aptal insan yoktu, komik olmayan, bilgisi olmayan cahil insan yoktu. Sadece güçsüz insan vardı. “Önce insan olsun “ sözü koca bir yalandan başka bir şey değildi. İnsanlar güce âşık oluyordu ve ruh üzerine alınıyordu. Üzerinden yıllar geçti hiçbir şey değişmedi. Sonsuza kadar da, böyle kalacak ne yazık ki… Bu yılın başında babamı kaybettim. Değişmediğim ve henüz güçlü insan sınıfına ulaşamadığım için sıradan bir yas haliydi yaşadığım. Mecburi baş sağlığı dileklerinin dışında, herkes hayatına kaldığı yerden devam ediyordu. Öyle olması da gerekiyordu zaten. Ancak insanlar, yine gücün peşinden koşmaya, menfaatleri için birçok değeri yok saymaya devam ediyordu. Bize düşen farkında olmaktı yalnızca… Farkında olmak gerçeğin, gerçeklerin…
Geçen sene bir oyunumuzu yönetmek için İstanbul Şehir tiyatrolarından bir hocamız gelmişti. Verimli bir çalışma ile fena olmayan bir oyun çıkardık. Günlerden bir gün, kendisinin doğum gününde, son derece etkili bir doğum günü kutlaması yapıldı. Pastalar kesildi, fotoğraflar çekildi, gülüşmeler, kahkahalar. Hala çok gençsiniz yalanları vs. Genç bir oyuncu kardeşim yanıma sokuldu ve bana tastamam şunları söyledi. “ Biliyor musun ağabey, bugün benim de doğum günüm.”
Cebinde paran olmadıktan sonra vasıfsız bir işçiden başka bir şey değilsin.
Eskiden iki türlü güç vardı. Birincisi maddi güç, ikincisi ise bilginin gücü… Artık bilginin gücü diye bir şey yok. Anlamsız, manasız artık. Tek güç var, o da para! Varsa paran cebinde, senden daha yakışıklı, güzel, kaliteli, komik, yürekli, iyi, dürüst, sevecen, ahlaklı, namuslu kimse yok. İşte bu gerçek, her zerremle bu dünyadan nefret etmemi sağlıyor. Midemi bulandırıyor. Çığlık çığlığa, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sizden nefret ediyorum…