Sonsuzluğa Köprü
“Neden geldik” bu dünyaya diye sordu. Öylesine ortaya atılmış, çakırkeyif bir halde söylenen söz gibi duruyordu ancak öyle değildi. Baya baya sormuştu bu soruyu. Yanıtını merak ediyordu. Gözü, sahaftaki kitapları dalıp gitti. Henüz ilk sorusuna yanıt bulmadan diğer sorusuna geçti. “Bu kadarı kitabı okursak eğer Nazım amca, hayatını sırrını da bulabilir miyiz?”
Nazım amca gözlüğünü çıkardı. Elindeki kitabı usulca yere bıraktı. Seyit’e şöyle babacan bir ifadeyle gülümseyerek baktı. Sonra o da bir soru sordu. “Hayatın sırrı var mıdır sence? Ya da var diyelim ve bulduk diyelim. O zaman ne değişecek hayatında, hayatımızda? Ya da bir şey değişecek mi sence? Burada altı binin üzerinde kitap var doğru. Eğer bunların hepsini okursan, inan bana hiçbir şey değişmeyecek. Kendinden başka… Kitaplardan neden böylesi büyük mucizeler bekliyoruz anlamış değilim. Kitaplar sır perdeleri aralansın diye okunmaz. Farkında olmak için okunur.
Hemen araya girdi Seyit. “Neyin farkında olmak için?”
“Kendinin, yaşadığının, nefes aldığının, var olduğunun.”
“Var mıyız sence Nazım amca?”
Neye inanırsan, gerçeğin de odur evlat.”
“Peki yine soruyorum. Havada kalmasın sorum. Neden geldik bu dünyaya?”
“Gelmedin ki!”
“Gelmedim mi? Nasıl gelmedim?
“Evet gelmedin. Sadece geçiyorsun. Milyarlarca insan gibi sen de geçip gideceksin bu köprüden.”
“Nereye bağlanıyor bu köprü? Bizi nereye götürüyor?”
Sonsuzluğa…
Ve konuşmasına devam etti Nazım amca.
“Sondan geçmeden sonsuzluğu anlayamazsın. Kötüyü bilmeden iyiyi. Yokluktan geçmeden varlığın kıymetini. Zıttını bulmadan tam olamazsın.”
“Tam olmak nedir?”
“Aynada sadece kendini görebilmektir.”
“Aynada görünmeyenler mi var Nazım amca?”
“Var evlat. Zira suretler sadece birer yansımadır. Aynaya neyin yansıyacağına da senin içinde biriktirdiğin öfke ya da sevgi belirler.”
“Seçim bana ait yani?”
“Bütün seçimler sana ait. Bazılarını ezelden seçtin. Sebebini arıyorsun? Bazılarını henüz seçmedin ancak muhakkak seçeceksin.”
“Seçtiğimde ne olacak?”
“Neden bu dünyaya geldiğini ya anlayacaksın ya da anlamadan yok olup gideceksin.”
“Süre kısa, görev zor. Nasıl çıkacağız bu işin içinden?”
Sürenin kısa olduğunu sen diyorsun. Aklın, düşüncelerin diyor. Oysa zaman diye bir şey yok. Hiç olmadı.
“Of kafam karmakarışık oldu benim.”
“Aklının karışması iyidir evlat. Çözümler sunar sana. Hiç zorlanmayan kapı açılmaz. Emeksiz başarı olmaz. Mevlana’nın dediği gibi… Suyu buldun mu ateşten korkma.”
“Haklısın Nazım Amca. O halde doğru yoldayım.”
Yol senin yolun. Nereye gideceğine de doğru olup olmadığına da sen karar vereceksin. Hadi gel sana bir ada çayı yapayım. Misler gibi içelim. Ne dersin?
Ne diyeceğim. Tamam derim.
Ada çayı ve kitap kokusu eşliğinde, aralarındaki derin sohbet devam etti. Hayatın sırrını yine bulamadılar belki ama en azından aradılar yine. Bir kez daha… İnadına…