Kunduracı
Her sabah saat altıda kalkardı. Hemen yüzünü yıkar, tıraşını olur, giyinip, tütün kolonyasını tonton yanaklarına sürüp yollara düşerdi. Ayacıkları oldum olası çok üşürdü. Bu yüzden, iki çift çorap giyer, kendine özel yaptığı botuyla, ısınmış ayaklarının önderliğinde, sisli İstanbul sokaklarını arşınlardı. Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra dükkânı açardı. Bismillah demeden ve yere bir lira atmadan dükkâna asla girmezdi. Önce güzelce iş kıyafetlerini giyer, sonra da çayı demlerdi. Bir saat sonra da, ustası gelirdi dükkâna. Çaylar ince belli bardaklara doldurulur, afiyetle içilirdi. Ustası sürekli ona, kapkara oluncaya kadar dem koy derdi. O da ustasına; “sen çay değil zift içiyorsun ustam” derdi. Gülüşürlerdi. Taburesine oturur, küçük masasını birazcık kendine doğru çekerdi. Çekmecesinden çekicini, dalyanını, kerpetenini çıkarır, özenle yan yana koyardı. Sonra ayakkabı kalıbını önüne alır, kalıbı deriyle buluştururdu. Ağzına bir apaz çivi alır, seri şekilde deriye çakardı. Ustası ayılmadan, kendini hazır hissetmeden ve günlük okuduğu gazetesini okumadan asla başlamazdı işe. Nasıl o da; ustası gibi ayılmayı, kendini hazır etmeyi beklesin ki. Parça başı haftalık alıyordu. Yani ne kadar ayakkabı yaparsa, o kadar haftalık alacaktı. Üç çocuk ve bir eş onun eline bakıyordu. Fazladan bir ayakkabı, yarım kilo peynir demekti. Tabi bu tabir o yıllar için geçerliydi…
Ağzındaki sigara, tamamen kül olana kadar ağzından atmazdı. Kül seviyordu belki de kim bilir… Bir ara gözlüğünün üstünden gözü, ustanın okuduğu gazeteye takıldı. Gazetede şu yazıyordu. “Ünlü işadamı İhsan Yılmazoğlu’nun oğlu Hilmi Yılmazoğlu (21) çalışmaktan sıkıldığı için lüks arabasıyla araba yarışlarına katılacağını ve bundan sonra çalışmayacağını belirtti.” Elinden çekicini düşürdü. Bir müddet gazeteye öylece bakakaldı. Hiç kıpırdamadan öylece baktı gazeteye. Ustası merakla sordu. “Ne oldu Osman, iyi misin?” “İyiyim” dedi. “Bir şey yok ustam. Çekiç bir anda elimden kaydı.” “Eyvallah” deyip, ustası giyinmek için yerinden kalkıp gitti. Osman, yerden çekici aldı. Gözünden akan bir damla yaşı sildi ve devam etti çalışmaya. Hızlı hızlı vurmaya başladı çekice, çivilere…
Her vurduğunda sanki yokluğunu, yaşadıklarını, zamanı, umutlarını, yitirdiklerini, hayallerini, düşlerini, hayatını dövüyordu sanki. Tam kırk yıl hayatı dövdü babam. Herkes onun ayakkabı yaptığını sanırken…
BABAMA…