Issızlığın Başlangıcı (Üçüncü Bölüm)
Yaklaşıyor sesler. Ne olur dokunmasınlar etime. Çok canım yanıyor. Siz de duydunuz değil mi sesleri? Geliyorlar! Geliyorlar! Geliyorlar! Geliyooo…
Kapı hafifçe aralandı. İçeriye yanık tenli, simsiyah sakallı, yüzüne düşen ışığı ölmüş ya da kendisi öldürmüş, orta yaşlı bir (yaratık) girdi. Sırıtıp iyice yaklaştı bana. Sözüm ona yeni katılmış birliğe. Bundan sonra benim bakımımla o ilgilenecekmiş. Bütün sorumluluğum ondaymış. Savaş aralarında ve burada olduğu günlerde, onu memnun etmem emri verilmiş bana. Öylesine böbürlenerek anlattık ki, bir ara “ben tanrı oldum” diyecek diye korktum. Üstünü çıkartıp yatağa uzandı. Yüzünde yine aynı sırıtışla. Bana doğru bakıp; “fazla vaktim yok. Hemen yanıma gel” diyerek beni yanına çağırdı. Ömrümün en uzun yoluydu. Kapının oradan yatağa giden yol. Bütün geçmişim, anılarım, yaşadıklarım, yaşayamadıklarım, hepsi teker teker gözümün önünden geçti. Kalbime değdi kızım, kocam. Değip, tuz buz ettiler yüreğimi. Ölümü gördüm o sabah. Ne eksik ne fazla. Tam olarak hayal ettiğim gibiydi ölüm. İçimden, sanırım gitmek vaktidir diye seslendim ruhuma. Ruhumun aynası yanıt verdi bana. Şimdi “uyanma” vaktidir. Uyanıp gökyüzüne “günaydın” deme vaktidir. Kolay değil. Kolay olmayacak. Bazen mecbur kalır insan. Mecburen yaşar, mecburen unutur. Sen mecbur değilsin hiçbirine. Sen inadına hatırla! Hatırla olur mu?
Yatağın yanı başına koyduğu silahını aldım. O kadar uzun süre kalmıştım ki burada, artık silahların nasıl kullanılacağını ezbere biliyordum. Silahı önce kendime doğrultum. Tam şakağıma değdirdim namluyu. Bir saniye içinde her şey olup bitecekti. Adamın gözlerine baktım. Adam dediğime bakmayın, lafı gelişi hepsi. O kadar korkuyordu ki, neredeyse bir çocuk gibi ağlayacaktı. Ve henüz namluyu ona doğru çevirmemiştim bile. Oğlumun sesi duyuldu. Korkmuştu. Çaresizdi. En önemlisi günahsızdı. Sonra silahı insana benzeyen yaratığa çevirdim. Korkusu giderek artıyordu. Yalvarıyordu bana. “Yapma” diyordu. “Ne olur yapma!”
O ağladıkça öldürme isteğim daha da artıyordu. Canının yanmasını istiyordum. Acıyla haykırmasını, kıvramasını istiyordum. Bütün kampı yakmak istiyordum. Diri diri yanışlarını izlemek istiyordum. İçimdeki o koca yangını, ancak bu söndürebilirdi. Elim tetiğe değdi. İki el ateş ettim. Yatağın üzerinde, kanlar içinde kalakaldı. Buradan dönüş yoktu. Her şey olacağına varmak üzereydi. Ve ilginç olansa, artık korkmuyordum. En ufak bir tedirginlik bile duymuyordum. Olanlardan ve olacak olanlardan korkmuyordum. Sesler çoğalmaya başladı. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bu ıssızlığımın son günüydü. Ya güneş doğacaktı, ya da sonsuzluk başlayacaktı.
Bir Kayboluşun Öyküsü
Ruhunda bir başkasının elleri
Yüreğinde anlamsız bir ağırlık vardı
Dokunuyordu, sevmediğim adamın tenine
Kanıyordu gülüşü, usul usul ağlıyordu.
Gel! Gel sokul diyordu adam koynuma
Bu gibi bir yatakta, yitiriyordu kadınlığı
Değerken dudakları, adamın dudaklarına
Zehir sızıyordu yatağa, usul usul ölüyordu
Bir gece sordu kendine
Hiç mutlu olmuş muydu?
Kaybederken bir bir tutunduklarını
Bu bir başlangıç mıydı? Son muydu?
Üçünü bölümün sonu