Issızlığın Başlangıcı (İkinci Bölüm)
Kucağında yol boyunca susan, hiç konuşmayan kızına baktı. Çoktan sonsuzluğa uyumuştu kızı. Bir saat öncesi ailesiyle olan Leyla, artık yapayalnızdı. Çaresiz ve tek başınaydı.
Onun için zaman, yeniden hazırlanıyordu olacak olanlara. Issızlığın başlangıcıydı burası. Kendi ıssızlığın başlangıcıydı, yaşayacakları…
Dört sene oldu. Koskoca dört acımasız sene. Bu iğrenç yere getirilip, gurura dair neyim varsa, tuz buz olalı dört sene oldu. Bir kadın olarak doğmuştum ve zaten en başında kaybetmiştim. Kaybettiğimi, bir kere daha yüzüme vurmak istediler sanırım. Burada savunmasız yüzlerce kadınız. Hiçbir günahı olmayan, yüzlerce kadın. Bazılarımıza ihtiyaçlarını gidermek için yalandan dini nikâh kıydılar. Bazılarımıza ise, o bile fazla görüldü. Şimdilik “yaşa” dediler, yaşadık. Günü geldiğinde “öl” diyecekler, o zaman da öleceğiz. Her şey bunun içindi. Onların rahat ve mutlu olabilmeleri için yani. Burada kaldığım süre içerisinde bir oğlum oldu. Kimden olduğunu bilmiyorum. Şu birbirine benzeyen, iğrenç yaratıklardan birisi işte. Hamile kaldığında, olay anlaşılır anlaşılmaz seni kamptan atıyorlar. Bu en şanslı olduğumuz kısım. Bazen de, karnınızda çocuğunuzla öldürüyorlar sizi. Öldürüp uzak bir yere gömüyorlar. Ne soran var, ne de gören… Kimsenin umurunda değiliz. Bu topraklarda doğduk ya, kimse için bir önem arz etmiyoruz. Sonunda, yaşadı ve öldü diyecekler o kadar. Ötesi yok…
Ne olursa olsun çocuğumu öldürmek istemedim. Ya da ne bileyim, ben ölümden korktum galiba. Burada değişiyorsun istemsiz. Bambaşka birisi olup çıkıveriyorsun. Ne ilginç bir şey şu ölüm. Yaşamadığını bildiğin halde, ölümden korkuyorsun. Ölmek istemiyorsun. Sözlerin aksini söylemiş olsa bile. Gizlice doğurdum çocuğumu. Hala da saklıyorum onlardan. Yüzme, tenime bakmadıklarından dolayı, saklamam kolay oldu çocuğumu. Dedim ya, kimsenin umurunda değiliz.
Yüzüm gözüm mosmor günlerdir. Geçenlerde çorbayı döktüm diye saatlerce dayak yedim. Eskiden yüzümdeki morluklar, bir iki güne geçerdi ama şimdi geçmiyor. Aynada kendime bakamaz oldum. Hoş, burada kimse aynaya bakmıyor. Kendi suretleriyle yüzleşmek istemiyorlar. Haksız da sayılmazlar. Onlara, bir tek bu konuda hak veriyorum.
Bazı geceler, kocamın yüzünü anımsamaya çalışıyorum. Lakin bir türlü olmuyor. Unuttum mutlu olduğum ne varsa. Silinip gitti aklımdan. Aklımı yitirdim burada. Ruhumu, umudumu, güzeli, sevgiyi… Sadece bir şeyi, çok iyi hatırlıyorum. Günlerden neydi? Hangi mevsimdi? Hangi yıldı bilmeden. Sadece “an” var aklımda. Evimizin balkonunda çay içiyoruz. Cam bardaklarda… Çayın yanında kurabiye var. Kızım uyumuş çoktan. Bizse, kocamla çay içip sohbet ediyoruz. Manasızca, hiçbir anlamı yok konuşmalarımızın. Yine de ömrümün en mutlu günüydü o gün. Her ne olursa olsun özgürdüm zira. Bu özel anı, satın almaya kalksam, ne kadar ederdi acaba? Herhangi bir para birimi, bu özel geceyi satın almaya yeter miydi?
Kapı gıcırdadı. Ayak sesleri duyuyorum. Biri ya da birileri yukarı çıkıyor. Genelde bu saatte dokunmazlar etime. Ama belli de olmaz. Çocuğumu saklamam gerekiyor. Bulurlarsa, onu da beni de öldürürler. Belki de öldürmezler. Sonuçta bir erkek dünyaya getirdim. Biz kadınların zaferidir bu. Erkek getirdiğin zaman dünyaya, senden daha iyisi olmaz. Tohum onların, kaderi ise bizim.
Yaklaşıyor sesler. Ne olur dokunmasınlar etime. Çok canım yanıyor. Siz de duydunuz değil mi sesleri? Geliyorlar! Geliyorlar! Geliyorlar! Geliyooo…
İkinci bölümün sonu