Gece Ormanı
Utanmayı kaybettik biz. İnsan arıyoruz her yerde. Var gücümüzle, insanı çağırıyoruz çığlıklarımızla. Utanmıyoruz hiçbir şeyden. Her sonucun bir nedeni var artık. Nedeni olanlar, masumlaşıyor bir anda. Korkarım yanlış anladık yeni bir güne uyanmayı. Hepimiz; yeni güne, yeni bir “utanmamayla” uyanıyoruz. Günlük ihtiyaçlarımızı alıp, uyumaya devam ediyoruz. Öyle ya, nasılsa kendi özümüz temiz bizim.
Sorun kötülükler değildir. Kötülüklere ses çıkarmayanlardır sorun. Suskunluktan daha zorba bir şey yoktur. Bana göre, suçların en büyüğüdür susmak… Kafatasının içinde duran şey akıldır, et değil. Senin için, sana verilen bir şeyi kullanmamak, öncelikle kendine kötülüktür.
Utanmayı kaybettik biz. İnsan arıyoruz her yerde. Bir ete dokunuyoruz ruh sanıp. Ruhlarımızı geri aldı bizden yaratıcı. İç içe geçmiş durumda her şey. Çıkarmaya çalışıyoruz, var gücümüzle utanmayı… Kaybolmuş, bizim gibi, bizler gibi…
Ne yazılsa, ne söylense hep eksik. Tamamlanınca hep bir şeyler eksik kalıyor. (İlhan İrem) Yarım yamalak hayatlarımız; manasız, anlamsız. Türlü saçmalıklarla, anlam vermeye çalışıyoruz yaşamımıza. Sadece biz özeliz. Biz önemliyiz. Biz mükemmeliz. Biz harikayız. Geriye kalın et yığını.
Sıkışıp kaldık gece ormanında. Nereye baksak aynı her şey. Nereye gitsek aslında aynı yerdeyiz. Uzaklardan birisi bağırıyor. Avazı çıktığı kadar çığlık atarak. Diyor ki avaz avaz bize; “Tutuşturup yabani otlarını, çıkalım bu gece ormanından. Başka bir kurtuluş yolu yoktur.” Yankılanıyor kendi sesi, çarpıyor yine kendine. Yanıt yok asla. İnsanlar, yabani otlarını tutuşturmak yerine, kendilerini yakıyorlar. Çıkabilmek için… Kurtulmak için… Ne acıklı bir son oysa…