Çok öfkeliyim aşırı !
ÇOK ÖFKELİYİM AŞIRI!
İki arkadaş, iki dost sıkı bir sohbetin içindeydiler. Gece yarısını çoktan geçmiş, şarapları bitmişti. Ağzına kadar dolmuş olan küllük, durumun ciddiyetini gösterir gibiydi. Havanın inceden yağmurlu olması, serince esen rüzgâr, toprak kokusu, öyle güzel etmişti ki ikisini de, kelimeler kifayetsizdi. Rüzgârla ayılıyorlar, toprak kokusuyla yeniden sarhoş oluyorlardı sanki. İkisinin de sohbetinin odak noktası, anlamsız olduğuna inandıkları suskunluktu. Salt kendi memleketleri değil bütün dünya, yer küre adı her neyse, derin bir suskunluğa gömülmüştü. Kendisine büyük hazinleler sunulmuş olan insan, şimdilerde sadece günlük ritüellerini yapıyor, geri kalanına da asla karışmıyordu. Bu suskunluk, muhakkak ki korkudan geliyordu. Korkuyordu insan, bir parça daha yaşamak, yaşayabilmek için. Rutubetli odasında, ölmemek için yediği yiyeceklerle, hiçbir yeri görmeden, yarını düşünmeden, bilinmeyeni bilmeden yaşayıp gidiyordu. Tüm bunlara rağmen ölümden korkuyordu. Üstelik tek gerçek ölümken…
İki dosttan birisi konuşmanın bir yerinde şöyle bir cümle kurdu. “İnsan korkaktır dostum. Bir kıvılcım ister, bir hamle ister bir diğerinden. Sadece bu da yeterli olmaz. Bu kıvılcımın ateş olmasını bekler. Ne zaman kalabalıklaşır meydanlar, sesler yükselir, o zaman araya sıkışır, avazı çıktığı kadar bağırır. Ancak ilk tehlike de diğerlerini ortada bırakıp kaçar. Öyle korkaktır ki, yanan ateşi ilk o söndürür. Ve birazcık bile olsa vicdanı sızlamaz. Şartlar öyle gerektirdi der ve bu ahmakça yalanına şüphesizce inanır. Kaldığı yerden devam eder, olmayan hayatına.” Diğeri, derin iç çektikten sonra sadece, “haklısın” diyebildi. İnsanlık artık, sokak röportajındaki dayı gibi, sözde çok öfkeliydi, aşırı…