Çirkin Dünya (Gerçek bir öyküden alınmıştır)
1920’li yıllarda o öve öve bitiremediğimiz Amerika ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın birçok yerinde sahne şovları adı altında, insan değerini hiçe sayan eğlenceler düzenlenirdi. Engeli olanlar, cüceler, onlara göre olabildiğince çirkinler, bu şovlara para karşılığında katılır, sahnede seyircinin önüne atılırdı. Seyirci onlarla dalga geçer, hatta bazen ellerinde ki kuruyemişleri onların üzerine atar, patlayıncaya kadar gülerlerdi. İşte bu işi yapmak zorunda kalan binlerce çaresiz insandan birisiydi Mary.
Mary güzel bir kadındı. Mutlu bir evliliği ve bu evlilikten dört çocuğu vardı. Evlendikten dört beş yıl sonra çeşitli sağlık sorunlar yaşamaya başladı. Halk dilinde “Devlik” adı verilen bir hastalığa yakalandı. O yıllarda bu hastalığın tedavisi yoktu. Mary’nin yüzü giderek büyüyor, ağrıları artıyordu. Değişiyordu Mary, bambaşka birisine dönüşüyordu. İki yıl sonra kocasını kaybetti. Dört çocuğu ile yapayalnız ortada kalakaldı. Yüzünün durumundan dolayı hiç kimse onu işe almıyordu. Kirasını ödemeyecek, çocuklarına süt ve ekmek alamayacak duruma gelmişti. İntiharı bile düşündü ancak çocuklarına kim bakacaktı? Çocukları için yaşamak, hayatta kalmak zorundaydı. Günlerden bir gün gazetede bir ilan gördü. Dünyanın en çirkin kadını yarışması. Yarışmaya katılmaya karar verdi Mary. Yarışmayı kazanacak ve ödülü alıp çocukların geleceği için kullanacaktı. Yarışmayı kazandı. Yarışmayı izleyenler arasında o yıllarda çok önemli bir şov insanı olan John adında girişimci de vardı. Mary’ye kendisiyle şovlara gelme teklifinde bulundu. Hiç düşünmeden kabul etti Mary. Zira para gerekiyordu yaşamak için. Onuru, haysiyeti düşünecek zaman değildi. Yaklaşık üç yıl boyunca Avrupa’nın birçok yerinde şovlara katıldı. Binlerce insanın kahkahalarına dayandı, bütün öfkesini içine attı. Bunların hiçbirisi bazı gerçeklerin değişmesine yetmedi. İki çocuğunu birden bakımsızlıktan kaybetti. Yitiriyordu yaşama dair tutkusunu. 1924 yılının sonbahar mevsiminde son kez sahneye çıktı. Uzunca bir müddet susup, insanları kahkahalarını izledi ve konuşmaya başladı.
Evet, ben çirkinim! Hadi durmayın gülün! Yüz kaslarınız çatlayıncaya, dalağınız patlayıncaya kadar gülün. O kirlinmiş, domuz dışkısına dönmüş pis ruhlarınızla gülün. Dört çocuğu ile kocasız beş parasız kalmış bir anneye, medeni insanlar olduğunu iddia eden yaratıklar olarak gülün, gülmeye devam edin. Durmayın; bu sahne, bu sirk, oturduğunuz koltuklar yıkılıncaya kadar, üzerinizdeki pahalı giysiler yırtılıncaya kadar gülün. Yasaları değiştirmek yerine, yeni ilaçlar, yeni düşünceler bulmak yerine, dünyayı değiştirmek, daha yaşanılısı bir yer haline getirmek yerine, görmediğiniz aynalara gülün. Hatta gülmekle de yetinmeyin, fıstık atın, muz atın, tükürün…
Siz yaşadığını sanan zavallılar, siz nefes almayı hüner sanan aşağılık mahlûklar! Böyle yaratıldığınız diye Tanrı’nın sizi sevdiğini sanan asalaklar, ne duruyorsunuz gülsenize! Bakın yüzüme! Ne kadar komik değil mi? Bir aynın kıçına benziyorum. O kadar çok kıl var ki yüzümde, bir tane daha benden yapılabilir o kıllarla. Gülsenize! Bu dünyada kadının hükmü yok, adı yok, kimliği yok, cesareti yok, dili yok, ırkı yok, cinsiyeti yok, düşüncesi yok, fikri yok. İki seçeneğimiz var ya güzeliz ya da çirkin! Ya zenginin yatağında ya da fakirin kucağındayız. Aşk bizim gibiler için sadece bir kelime, tıpkı adalet gibi. Durmayın gülün! Tıksırıncaya kadar, patlayıncaya kadar, gece oluncaya kadar, yeniden gün doğuncaya kadar gülün. Kirli ellerinizde o kâğıt parçası var diye kendinizi önemli ve özel hissetmeye devam edin. Gülsenize! Merak etmeyin ne yaparsanız yapın sizi güldürmeye devam edeceğim. Bakmak zorunda olduğum çocuklarım için, her şey onlar için. Aç kalmasınlar diye, yoksul diye, dışlanmasınlar diye. Adımı taşlara, duvarlara, tuvaletlere bile yazsanız, çirkin diye elinizde bayraklarla, meydanlarda naralar bile atsanız, bu işi yapmaya devam edeceğim. Çünkü başka çarem yok. Siz çaresizlik nedir bilir misiniz? Hiç çaresiz kaldınız mı? Kendinizi yapayalnız hissettiniz mi hiç? Okula giden çocuğuna, verecek bir parça ekmeğiniz olmadığında, dünyayı kökünden yakmak istediğiniz mi hiç? Hiç sanmıyorum. Sizin sorunlarınız başka… Daha çok kazanmak, daha çok övülmek, daha çok beğenilmek, daha çok sevişmek, daha çok, hep daha daha daha…
Sizin derdiniz, bunlar öyle değil mi? Bir insanın, bir başka insanın mağdurluğundan, haline şükretmek kadar aciz ve iğrenç bir alışverişiniz var sizlerin. Küçücük midelerinize dünyaları sığdırmak gibi hayalleriniz var. Size hak vermediğimi sanmayın sakın. Hak veriyorum bazı zamanlar. Dışını beğenmeyen içini merak etmez ki diyorum içimden. Ağız dolusu küfürler ediyorum size. Sonra bir ses duyuyorum, “Hadi sahneye” diyor patron. İşte karşınızdayım. Hoş geldiniz ruhu çirkin, eti güzel olanlar. Bir zaman sonra toprağa karışacak olanlar. Hoş geldiniz, bundan yüz sonra tebessümü bile unutulacak olanlar. Sırf siz varsanız diye, bir yaratıcının olması için yalvarıyorum her gece. Sizlerle hesaplaşmak için, hesaplaşabilmek için. Gülsenize! Buraya niye geldiniz? Gülmek için değil mi? Hadi o zaman gülün, gülelim…
Bu sözleri kimsenin umurunda değildi. Gülmeye devam ettiler. Güldüler… Güldüler… Güldüler… Mary ise, iki sene sonra ağrılarına dayanamayıp hayata gözlerini yumdu.