Beklentinin Acıklı Öyküsü
Hepimiz; ömrümüzün bir bölümünde ya da tamamında, bir beklenti içine girmişizdir. Bir şeyleri bekleyerek geçirmişizdir hayatımızı. Belki yüklü miktar para, belki huzur, belki emekli olmak, belki daha iyi konumlara gelmek, belki evlenmek, belki güzeller güzeli bir kadın ya da yakışıklı bir erkek.
Yıllar önce bir hocam bana, bir sohbet esnasında şöyle demişti. “Beklenti içine girmek, kaybetmenin diğer adıdır aslında. İnsan hayal kurmalı, umutlanmalı, o umut için mücadele etmeli lakin beklenti içine girmemeli. Bir şeyi elde etmek için, o şeyden vazgeçecek konuma, duygu durumuna gelmek gerekir. Vazgeçebilmeyi öğrenen birisi, her şeyi başarır bana göre…”
Bu sözler dizesi, aklımın, yüreğimin bir yerinde hep var oldu. Aklımı kurcalayıp durdu. Ama yine de başaramadım uzun zaman. Hep bir beklenti içinde oldum yıllar boyunca. Önce bunu şansızlığa yordum. Uzunca süre, bu konuyla ilgili yazılar yazdım. Şansızdım ben. Öyle olduğuna inandırdım kendimi sürekli. Oysa şans diye bir şey yoktu. Yine eksiden çalıştığım bir tiyatro hocam bana şöyle demişti. “Eğer bir şeyleri deneyip başaramıyorsan, hayatı değil kendini suçla. Demek ki henüz bir yerlere gelecek yetenekte, düşüncede değilsin.” İçinizden bazıları şöyle diyebilir bu düşünce için. Bir sürü insan hak etmediği yerlere geliyor sürekli. Onlarda mı yetenekli? Bir soru temelinde doğru bir sorudur aslında. Ama yanlış bir düşünceden ibarettir. Başarmak ile bir yere gelmek arasında derin bir fark vardır. Ve bunun seçimi de bize aittir. Bütün sanat dallarında başarılı olduğuna inandığını kişileri sayın desem, kaç kişi sayarsınız? Madem herkes bir şekilde, hiç yeteneği olmadığı halde bir yerlere geliyor, neden hala ısrarla Şener Şen, Kemal Sunal filmleri izliyoruz? Para kazanmış olmak bir başarı göstergesi midir? Başarmak nedir? Önce bunu düşünmemiz gerek.
Ancak benim beklentiden kastım bunların hiçbirisi değil. Bir yol var. Sadece bize ait. Bizim yolumuz. O yolda yürürken, kimi zaman yanımıza birileri geliyor. Ve birlikte yürüyoruz bir süre onlarla. Kısacık ömrümüzün olduğunu bildiğimiz halde, bir sürü “beklenti yüklüyoruz” yanımızda olana. Oysa herkes, kendi yolunda ilerliyor. Herkesin düşleri, hayalleri, umutları başka. Neden keyfini sürmek yerine, hemen yarını, geleceği düşlüyoruz. Bir saniye sonramız bile belli değilken, Şems’in de dediği gibi: “Her insan, ölecek yaşta iken” neden büyük beklentiler içine giriyoruz? Beklemek, beklenti içinde olmak, kaybetmenin diğer adıdır. Kaybetmekse, ölümün çığırtkanıdır.